Herkese merhaba!
Bir süredir sosyal medyada sesimiz çıkmıyor ama arka planda çok konuşuyoruz. Bahar daha yeni yüzünü gösteriyorken, grafik romana daha çok odaklanmak için webcomic’lere bir süreliğine ara verme kararı aldık. Ergen Ela ve Yetişkin Ela arasında sadece yaş farkı yok; üsluplar arası bir tahterevalli olduğu için yorulmuştuk ve daha dengeli bir yaratım süreci için Ergen Ela’ya eğilelim istedik.
İşe, tamamlanmış bölümleri baştan elden geçirerek başladık ve hala devam ediyoruz. Yetişkin Ela’yı yazıp çizdikçe grafik roman kaslarımız öyle bir gelişmiş ki, bazı yerlerde baştan başladık, bazılarında tek bir ayrıntı değiştirip “Hah! Şimdi oldu!” aydınlanmasını yaşadık. Çiçekler açıp ağaçlar canlanınca zaten bir silkeleniyoruz, bir de romanın üstündeki tozu alınca iyice kendimize geldik.
Kitap kulübümüzün beşinci buluşmasını gerçekleştirdik, BEŞ! O kadar baş döndüren şeyler okuyoruz ve didik didik ediyoruz ki, keşke bunu bir kere yüz yüze yapsak :] Birinci sezonun bitmesine yakın, Belkıs okuduğumuz her şeyi bu yazıda bir güzel topladı, hatta bir de Reels çekti. Arada çekiliş bile yaptık ya!
10 Haziran buluşmamızda Etienne Davodeau’nun Cahiller’ini, 8 Temmuz’da ise Fabien Toulmé’nin Büyük Aşk’ını okuduktan sonra bir ara verip Eylül’de geri döneceğiz. Hala kaydolmadıysanız, bu formu doldurmanız yeterli.
Kitap kulübünde görüşürüz!
Derya’nın notları
Sezonluk ağlatı, takvimsel düşüş ya da herkesin bildiği ismiyle mevsimsel depresyon üstüne epey düşünüyorum, hatta Ajanda’da yazmıştım. Yükselişe geçtiğim bir dönemde olduğum için grafik romanla ilgili yukarıdaki kararları almak beni çok ferahlattı. Dikkatimi ve zamanımı talep eden bir sürü uğraş ve iş olmasını sevsem de, tek bir şey yazmaya odaklanmak bir oyunda tek bir quest’e kitlenmek kadar haz veriyor bana (Stardew Valley’de 7. seneme girdim…).
Bu aralar, üç sene önce yaptığım sıkı diyeti de düşünüyorum. “Daha kabul edilebilir” bir bedene sahip olduğumda insanların bana karşı davranışlarının değişmesi bir yana, kendi kendimi pozitif ışıkta değerlendirme şeklimde de tektonik kaymalar olmuştu. “Bak diyeti bırakırsan, o kiloların hepsini geri alırsın” kamu kehanetinin gerçekleştiği bir noktada, yine beden algısı plakalarımın oynadığını her saniye fark ediyorum. Trajedinin kaçınılmazlığı budur ya, yine bir pantolonun içine giremiyorken buluyorum kendimi. Evden çıkmak, “algılanmak” zor geliyor.
Telefonum bana hatıra geçidi hazırlayıp gösterdikçe iyice sinirim bozuluyor. Bir insanın kendine ne kadar güvendiği ya da kendini sevdiği, duruşundan ve hatta gözlerinden bile belli oluyor. Kendimi iyi okumak bazen saklı bir zulüm sanki. Aslına bakınca, şu anda bu fotoğraftaki kilodayım ama o şen şakraklık, mutluluk? Kilom aynıysa, neden hislerim ve algım bu kadar değişiyor? Tamam, hep konuşuyoruz diyet kültürünün toksikliğini ama gerçek hayatta bundan sıyrılmak niye hala bu kadar zor?
Beni düşüren hesaplaşmaların çoğunu Ergen Ela’yı yazarken yaşıyorum. Birkaç musluklu havuz probleminin dibinde bir de koca bir delik varmış gibi, hem içimi boşaltıyorum hem de tekrar dolduruyorum. Ve bazen hiçbir şey değişmiyormuş gibi hissediyorum. Bazen her şey değişiyormuş gibi hissediyorum. Çok yol almışım gibi ya da hiç yola çıkmamışım gibi. Peki bu beden kaygılarım, Ergen Ela’nın hikayesini anlattığımızda bitecek mi? Bilmiyorum. Ama masamın başına oturup yazmanın bana iyi geldiğinden eminim.
Umarım, “yaz bedeni” diskurları sizi darlamıyordur. Güneşin, güzel havanın tadını çıkarın. Görüşmek üzere!
Belkıs’ın notları
Grafik romanda yepyeni bir bölüme geçmenin heyecanını ve gerginliğini yaşıyorum. Yetişkin Ela’ya ‘‘şimdilik’’ veda edip Ergen Ela’yı çizmeye başlamak pek çok bakımdan beni epey zorluyor. Günümüzde geçen yetişkinlik bölümlerinden sonra 2000’lerin başında geçen ergenlik bölümleri için mind palace’ıma dalıp mekanlara bakıyorum: neredeyse on yıl önce kentsel dönüşüme uğramış evimizden bir sürü görsel referans alıp çiziyorum. Ben mezun olduktan sonra iki kere yıkılıp yeniden inşa edilen orta okulumun koridorlarında yürürken arkadaşımın sesini duyuyorum, neden yürürken kendimi kastığımı soruyor. Ergen Ela’nın beden diliyle ilgili henüz oturtamadığım şeyler berraklaşmaya başlıyor. Spotify’daki Winamp (Early 2000’s) listemi açıp Bring Me To Life dinliyorum. Ergenliğime dönüyorum. Evimizi, odamın önündeki greyfurt ağacını ve babamı özlüyorum.
Ergen Ela’yı çizerken bazen de kuzenlerimle yaptığımız cosplayler geliyor aklıma. Dido’nun -hani şu klibinde Angel’ın oynadığı- White Flag klibini, (grafik romanda da bir kısmını göreceğiniz) duvarları tavanlara kadar futbolcu ve yabancı şarkıcı posterleriyle kaplı odamızda tıkış tıkış canlandırdığımızı hatırlayıp kıkırdıyorum.
Birkaç haftadır boyun fıtığım yüzünden masa başına geçebilmem biraz zor oluyor. Kolumun daha az ağrıdığı zamanları kollayıp hemen grafik romanı çizmeye oturuyorum. Çizerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum, kolumun ağrısını resmen unutuyorum (bu yüzden mola için alarm kurmaya başladım). İlk başta epey zor gelse de günlük işlerimi ağrımayan sol kolumla yapmaya alıştım. Tedavim bitmek üzere, bazı günler gerçekten iyi hissettiğim oluyor. Diğer günler sağ kolumun hiçbir zaman eski haline gelemeyeceğini düşünüp dibi boyluyorum.
Bütün yazımı masa başında çizerek geçirebilecek kadar iyileşmek istiyorum. Umarım sizin yazınız da canınız nasıl istiyorsa öyle geçer.
Görüşürüz!